“Ne vakit Maçka’dan geçsem,
Limanda hep gemiler olurdu” (1)
Onu haftanın bir kaç sabahı görürdüm Maçka Parkı’nın yanından geçerken.
Başında kasketi, karşı kaldırımdan ağır adımlarla Nişantaşı’na doğru yürürdü.
Benimse o anlarda aklıma, lise yıllarımda ezberlediğim, onun meşhur şiirlerinden birisinin yukarıdaki dizesi geliverirdi hep.
Gitmek isterdim yanına, onunla konuşmak, şiirleri ile ilgili merak ettiklerimi sormak isterdim, yaşam albümümün sayfalarına aydınlık bir fotoğraf daha eklemek.
Ama hemen sonra vazgeçerdim, belki sanatına duyduğum derin saygı ve hayranlığın yarattığı çekingenlikten, belki onu rahatsız ederim korkusundan. Ya da onun karşısında heyecanlanıp konuşamamak ve mahcup olmak ihtimalinden.
Velhasıl, bir türlü cesaret edemedim buna...
“Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak” (2)
Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak” (2)
Geride bıraktıklarıyla, bir şair, yazar, düşünür ve aydın olarak kültürümüze hiç silinmeyecek bir imza atmış olan Atillâ İlhan’ın eserlerinin, benim gibi birçok insanın hayatında da derin izler bıraktığından o kadar eminim ki...
Yeri geldi karanlığı ve yalnızlığı bile sevdik, ondan dinlediğimiz için. Onun şiirlerinde bazen hayatı bizler yargıladık, bazen de hayat bizleri. Gün geldi, toplum olarak karşı karşıya kaldığımız zulümlere ve baskılara onun şiiri ile dayandık, teselli bulduk.
Kısacası o, hayatımızın fon müziğinin değişmeyen söz yazarı oldu daima...
Şairler dolaşır saf saf
Tenhalarında şiirler söyleyerek
Kim duysa / korkudan ölür
-Tahrip gücü yüksek-
Saatli bir bombadır zaman
An gelir
Tenhalarında şiirler söyleyerek
Kim duysa / korkudan ölür
-Tahrip gücü yüksek-
Saatli bir bombadır zaman
An gelir
Attilâ İlhan ölür (3)
Otuzuncu yaşımı bitirdiğim o sonbahar sabahı, ölüm haberini okudum gazetede. An gelmiş, usta gözümüzden gönlümüze intikal etmişti. Belki maddedeki İstanbul’un değil ama manadaki İstanbul’un kocaman bir parçası da kopup gitmişti onunla birlikte.
“Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor,
Bu şehir o eski İstanbul mudur?” (4)
Yine yolumuz Maçka’ya düşerdi elbet, yine denizi görebilirdik yedi tepenin sırtlarından, ama ne Maçka eski Maçka, ne de İstanbul eski İstanbul’du artık. Çünkü Kaptan, limandaki gemilerden birine binip çoktan sonsuzluğa doğru demir almıştı. Duaların büyük yelkenler gibi açıldığı(5) o mavi sonsuzluğa...
“yıllardan Attilâ İlhan dokuz yüz kırk üç müdür
hani kurtalan treni'nde o kızın unutulduğu
yoksa bütün unutulanlar zaten ölmüş müdür” (6)
hani kurtalan treni'nde o kızın unutulduğu
yoksa bütün unutulanlar zaten ölmüş müdür” (6)
Yıllar sonra hala ağaçlar sonbahara hazırlanıyorsa(4), hala yalnızlık, çakmak taşı gibi sert ve elmas gibi keskinse(7), hala gecenin parmaklarından çiçekler damlıyorsa(8), ya da akşamsa, eylülse, ıslanmışsak(9)...
Kaptan’ın unutulması mümkün mü?
Bu dünyada olmadı ama belki öldükten sonra, Sisler Bulvarı’nda oturup ustayla bir kahve içme şansım olur, kim bilir.
Toprağına yıldızlar yağsın...
Soner Canözer
Alıntılar:
(1) Attilâ İlhan – Üçüncü Şahsın Şiiri
(2) Attilâ İlhan – Sultan-ı Yegâh
(3) Attilâ İlhan – An Gelir
(4) Attilâ İlhan – Ben Sana Mecburum
(5) Attilâ İlhan – Eski Deniz Halkı
(6) Attilâ İlhan – Kurtalan Treni’ne Gazel
(7) Attilâ İlhan – Ayrılık Sevdaya Dâhil
(8) Attilâ İlhan – Yalnızlık Şiiri
(9) Attilâ İlhan – Yağmur Kaçağı